Türkiye'nin Moskova Büyükelçiliği Basın Müşaviri Orhan Gazigil:
'Fotoğrafçılık özgürlüğümü hissettiğim bir alandır'

Moskova Devlet Diplomasi Enstitüsü'nün yeni binasında 'Diplomatların gözünden Rusya ve Türkiye' başlıklı serginin açılışı yapıldı. Sergide Türkiye'nin Moskova Büyükelçiliği Basın Müşaviri Orhan Gazigil ve Rusya'nın Ankara Büyükelçiliği Ateşesi İgor Mityakov'un fotoğrafları yer alıyor.
Sputnik'e konuşan Gazigil, fotoğraf sanatı ve Rusya'da yaptığı bir dizi seyahat ile kara duyduğu 'tuhaf' sevgiyi anlattı.
Sputnik: Fotoğrafçılığa tutkunuz neden ta Rusya'da ortaya çıktı?
Orhan Gazigil: Rusya'da uzun zamandır (fotoğraf) çekiyordum ama bilinçli olarak birkaç yıl önce kış vaktinde yola çıktım. Rusya'da kış normal, rutin, tabii bir şey. Ama o rutini bir gün bütün güzelliği ile hissetim, makinemi aldım ve kışı çekmeye başladım.
İnsanları pek çekemezsiniz, herkes paltolarını giymiştir, yüzleri kapalı, başları örtülüdür. Çünkü hava kasvetli. Sıcak ülkelerde, Asya'da fotoğrafçılar insanların fotoğraflarını çok güzel yakalar çünkü orada açıklık var.
Hava güzel, insanların giyimi, kuşamı o açıklığa müsait. Yüzlerinde tebessüm var, yani kadraj yakalanmanız daha kolay. Rusya'da ise çok zor çünkü tabiat koşullarında müsait değil.
O kapalılığın içerisinde, havanın kasvetinin içerisinde insanların yüzünde bir ifadeyi yakalamak ve hatta karın altında, hala hayatta olan ağacı veya çiçeği yakalayabilmek.
Mesela kıştı ve bir manastırın bahçesinde çiçekler gördüm. Bir şekilde kalmış. Hatırlıyorum çünkü etkilenmiştim. Güzellik barındırmadığını düşündüğün şeylerde bile fotoğrafçı her halde o güzellikleri bulabildiği zaman bir şey ortaya çıkıyor.
Havanın dışında, Moskova'nın ve daha genel olarak Rusya'nın hangi unsuru fotoğrafçılık açısından dikkatinizi çekiyor?
— Moskova'da bir taraftan tabiatın getirdiği zor koşullar var. Ama öbür taraftan buradaki renklilik, canlılık var. Şehre çıkıyorsunuz, şehir her zaman canlı. Her zaman yaşayan , hareketli, cıvıl cıvıl tarafı ile karşı karşıyasınız.
Burada iki kutup var. Bir tarafta uzun karanlık, uzun kar, uzun kış ve insanların bu kış şartlarında içine kapanması. Öbür tarafta da dünyanın belki çok az yerine bulunan bir canlılık, bir renk var.
Herhangi bir sanat alanı ile ilgilenen herkes için inanılmaz ilham verici. Resim yapıyorsanız, şiir yazıyorsanız, sinema çekiyorsanız, fotoğraf ile ilgileniyorsanız bu şartların, 'kutupsallığın' çok yoğun bir ilham vereceğini düşünüyorum. Bu açıdan her sanatçı için Rusya çok bereketli bir yer.
Başka bir ülkeye gittiğinizde sanki bir anda her şeyi karşınızda bulursunuz. Rusya ilk bakışta, ilk yaklaşımda kendisini size açmaz.
Ruslar ilk bakışta asık suratlı ve sert gelebilir fakat öyle değiller; Ruslar kendilerini, onları gerçekten tanımak ve anlamak isteyenlere açıyor.
Bir fotoğrafçı için bu çok güzel, çünkü her zaman yaklaştıkça gizli olan güzelliği (ortaya çıkıyor). Rusya bu anlamda felsefesi derin bir pozisyona sahip.
Son yıllarda ben de kışı sevmeye başladım. Moskova'nın kışını özlüyorum artık çünkü hem yakışıyor hem de artık sizin bir parçanız zannediyorsunuz.
Ama Rusya sadece Moskova'dan ibaret değildir. Acaba diğer yerlerini fotoğrafçılık ilginiz nedeniyle gezme şansınız oldu mu?
— Güneyde Krasnodar'a gittim, şehri ve insanları çektim. Ondan sonra yazın Büyük Novgorod'ı gezdim. Kara yolu ile Pskov'a kadar seyahat yaptık. Bir arkadaşımın daveti üzerine bir köyde kaldım. Köy hayatı, köy insanlarını çektim. Orada Volga Nehri'nin bazı kolları akıyordu, tabii güzelliklerini çektim.
Rusya'nın gerçek yönünü anlamak için Rus insanını tanımak lazım.
Rus insanı nerde yaşıyor? Rus insanı şehirlerde, kasabalarda, köylerde yaşıyor, yollarda geziyor. Dolayısıyla o insana ne kadar yakın olabilirseniz, ne kadar hissedebilirseniz, tanıyabilirseniz, o kadar Rusya'yı anlamanız mümkün. O yüzden fırsat bulunca kasabalara gidiyorum.
Sizde en çok hatıra bırakan Rusya seyahatinizi anlatabilir misiniz?
— En son seyahatimiz Kuzey'e, Yamal'a oldu. Anlattığım karın bolca var olduğu bu yer çok özel bir tecrübeydi. Yaşanması gereken tecrübelerden birisi. Bildiğimiz dışında bir şey çünkü 60. paraleli aşıyorsunuz, artık Kuzey Kutbu'na çok yakınsınız. Orada gerçekten otantik, bozulmamış, hala binlerce yıllık öncesinde yaşadığı gibi bir şekilde yaşamaya çalışan halklar, çadırda yaşayan geyik çobanları, sizin bildiğiniz dünya ile çok alakası olmayan geleneksel halklar görüyorsunuz.
Nenets (Yamal halklarından biri) çadırında yaşadık bile.
Şehirden çıkıyorsunuz, yüz kilometre kadar gidiyorsunuz, zaten 30 kilometre çıktıktan sonra herhangi bir telefon şebekesi yok. 100 km gittikten sonra kızaklara biniyorsunuz ve kızaklarla bir yere gidiyorsunuz. O yerde biraz ağaç, bir tane çadır ve bir tane aile var.
Onlarca kilometre mesafede hiçbir insan daha yok. Bu ailenin geyik sürüsü var. Nerede yaşayacaklarına geyik sürüsü karar veriyor çünkü sürü sürekli süsleniyor ve yiye yiye ilerliyorlar. Geyikler ot yemiyor, yagel denilen yosun türünü yiyorlar. Bahar gelince başka bir yere göç ediyorlar.
Orada gökyüzü ve yıldızlar daha yakın. Bir anda kendinizi, yeryüzüyle gökyüzünün birbirine karıştığı bembeyaz bir şey içinde buluyorsunuz.
'Kuzey ışıklarını' gördük ve kısmen fotoğraflayabildik. Aslında Kızey ışıklarının iyi fotoğrafını çekmek için birkaç gece belki sabırla beklemek gerekiyor. Fotoğraf makinası sürekli donuyor, pili 20 dakikaya kadar çalışıyor, sonra bitiyor ve kamera da donuyor.
Kuzeyde hiç alışmadığınız hangi zorluklarla veya tuhaflıklarla karşı karşıyaydınız?
— Fotoğrafı bir kenara bırakırsak yaşam tarzı tabii gayet farklı. Çiğ et, çiğ balık yemek zorunda kalıyorsunuz. Zaten oradaki şartlarda bu normal geliyor çünkü yiyecek başka bir şey yok. Sebzenin, meyvenin, tarımın, geyiğin dışında başka hayvanların olmadığı bir yerde kanın bile bir gıda olarak kullanıldığını görüyorsunuz.
Yani yarın Türkiye'nin Arktik üssü kurulursa en azından fotoğraf çekmeye giderim, Kuzey şartlarında yaşama tecrübem var artık.
Gelecekte Rusya'nın hangi bölgelerine gitmeyi planlıyorsunuz?
— Sibirya hayalim var çünkü oradaki Altay Dağları, Baykal gibi doğal güzellikleri fotoğraflamak isterdim. Sibirya tarafında hala otantik adetler, Türki milletler, antik kültürler var. Bizimle, modern yaşamla hiç alakası olmayan halkları, gelenekleri tespit etmeyi, tanımayı seviyorum.
Sonra biraz daha da kuzeye gitme planım var. Orayı bir de yazın görmek istiyorum. Kışın o taraflarda 3.5 saat aydınlık oluyor. Yamal'da Nenetsk bölgesi daha da kuzeyde. Kışın Nenetsk'te gündüz 50 dakika sürüyor, yazın ise gündüz daha uzun oluyor.
Tundra ve taygayı bir de yazın görmek istiyorum çünkü şimdi gittiğimizde sadece kar ve buz gördük. Yazın kar eridiğinde oralar tamamen nehir, göl ve bataklık olacak. Ayrı bir güzelliği var çünkü yüzlerce kilometre boyunca sadece doğa var, hiç insan yok.
Böyle planlarım var ama ne kadar gerçekleştirebiliriz belli olmaz. Çünkü sonuçta bütün bunları çalışmamızdan, görevimizden zaman bulabildikçe yapıyoruz.
O zaman küresel ve hatta felsefi bir soru soracağım size: Genel olarak niye fotoğraf çekiyorsunuz, üst bir amacınız var mı?
— Her an bir şey yapıyor olmak, üretmek için çekiyorum. Evet çalışıyoruz, hepimizin görevi var. Ama hayatta boş an olmamalı. Bunu fotoğrafla yapabildiğime inanıyorum.
Güzel bir şey görüyorum ve onu çekiyorum ve ona bir nevi başka bir hayat kazandırıyorum. Daha sonra bir eser olarak sizden bağımsız olarak kendi kendine yaşamaya başlıyor.
Siz de üretebildikçe mutlu oluyorsunuz. Ben her gün fotoğraf çekiyorum. Hiçbir şey yapmasam restoranda oturuyorum, kaşık bıçağı çekiyorum, yolda yürürken ayağımın bıraktığı izni çekiyorum. Takside giderken bile fotoğraf çekiyorum, penceredeki lekeleri dışarıdaki peyzajları.
Fotoğrafçılık benim için, üretiyor olmak, güzelliği dönüştürüyor olmak demektir.
Çok fazla teknik bildiğinizde, teknik olarak mükemmel sonuçlara ulaşmaya çalışıyorsunuz. O da oluyor ve güzel bir şey. Ama ben teknik olarak mükemmelden ziyade güzel olanı arıyorum. Bulabiliyor muyum, bazen çok mutlu oluyorum. Devlet görevlisi olması insanı kısıtlamamalı bence, içinde yaratıcılık her zaman var çünkü. Üretkenlik, fotoğrafçılık özgürlüğümü hissettiğim bir alandır.
Made on
Tilda